Kendi kurduğu dünyaya kim inanmaz ki? Hangimizin içinde hayattan, ölümden, varoluştan söz eden çok sesli bir koro yok? İnsan olmak, tüm derinliğiyle insanlığı içimizde var etmek gibi adeta. Boytchev’in "Titanik Orkestrası" adlı oyunu, garda yaşayan bir grup serserinin, kendilerini oldukları gibi kabul edip alacak trenin gelmesini beklemeye karar verişiyle başlayan, gerçeküstü serüvenini anlatır. Serseriler, trene binmenin, onaylanmanın, “kapıları açtırmayı” başarmanın yolunu tartışır, başarılı olup olamayacaklarının kaygısını yaşarlarken gerçeklik algıları her geçen an değişime uğrar. Trenden bir sandığın içinde istasyona düşen sihirbaz Harry’nin aralarına katılmasıyla dünyaları değişir, gerçek – rüya, yaşam – ölüm, gitmek – kalmak, onlar için birer tartışma meselesi haline gelir. Dökük üst başları ve iyi niyetli halleriyle trene binmeleri gönülden istenebilecek bu serserilerin istasyonu, treni ve bir aradalıkları aslında büyük bir süprizdir. Modern insanın parçalara bölünerek varoluşunu sorgulaması ve olmayan trenleri bekleyişi, bu beş kişinin hikayesinde can bulmaktadır. Varolmak nedir? Beklemek ama neyi? Gerçek olan nedir, neye inanmalı? Bu beş insanın dünyasına girip düşünme vakti.